HIV'in Psikoloji Üzerine Etkileri

Yazar: Psk. Eren Fıçıcı



HIV tıbbi bir hastalık olarak 1980’lerde çıktığında ve henüz tedavisi yok iken, oluşan öldürücü ve bulaşıcı hastalık algısı günümüzde tıbbi tedavinin çok gelişmiş olmasına, hastalığın yaşam ömrünü kısaltmayan ve bulaştırıcılığı tamamen engellenebilir duruma gelmiş olmasına rağmen halen devam etmektedir. HIV tanısı alan kişilerin büyük bir kısmı HIV hakkında tanı sonrası bilgi edinmektedir. Dolayısı ile hangi cinsel yönelimden, yaştan ya da cinsiyetten olursa olsun HIV ile karşılaşmak muhtemel ruhsal sorunları da beraberinde getirmektedir. Ülkemizde HIV enfeksiyon hastalıkları uzmanlarınca takip ve tedavi edilmektedir. Genel prosedür içerisinde HIV pozitif kişiler tanı aldıktan sonra sadece enfeksiyon uzmanı ile görüşmektedirler. Ancak çalışmalarımız-da görüyoruz ki depresyon ve anksiyete açısından da risk grubu içinde olan bu bireyler dikkatle gözlenmelidir. HIV pozitif kişilere tanı sürecinde psikiyatri yönlendirilmesi yapılmalı ve bununla eş zamanlı olarak yadsıyamayacağımız derecede etkili olan psikoterapi sürecinin başlatılması gerekir. Ancak bu şekilde koruyucu ruh sağlığı hizmeti yerine getirilmiş olabilir.

Görüyoruz ki, kronik herhangi bir hastalığa yakalanmak tüm insanlar için bir yas ve belirsizlik dönemini de beraberinde getirir. HIV pozitif olmak, yeni bir virüs ile tanışan dünyanın, henüz te-davisinin bulunmadığı ve çok sayıda kişinin çaresiz kaldığı dönem olarak akıllardan silinmemişken ruhsal açıdan büyük bir kriz ile karşılanması kaçınılmazdır. Fakat günümüzde, tıbbi gelişmenin bir sonucu olarak enfeksiyon tamamıyla kontrol altına alınabilmektedir.

HIV pozitif kişilerle yapılan görüşmelerde ortak hissedilen duygular ve ortak davranış şekilleri gözlemlemek mümkündür. Yoğun olarak hissedilen duygular suçluluk, yalnızlık, öfke, korku ve kaygı olarak tezahür etmektedir. Bunların her birini ayrıntılı bir şekilde incelediğimizde diğer kronik hastalıklarda yaşanan psikolojik süreçlerden farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu farklılıklara sebep olarak enfeksiyona dair tıbbi gelişmelerin bilinmemesi ve cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon olmasının getirdiği ahlaki utanç duygusundan bahsedilebilir.

Suçluluk duygusunun tanı aldıktan çok kısa bir süre sonra başladığını gözlemlenmektedir. Suçlu-luk duygusu, HIV pozitif kişilerin, cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonun engellenebilirliği düşüncesinden ve toplumsal olarak anlamsız bir şekilde tabulaştırılmış bu hastalık grubuna karşı önyargılardan kaynaklanmaktadır. Toplumda cinselliğin konuşulması dahi bir tabu olarak görülürken; cinsel yolla bulaşan hastalık konusu değil toplumda, hekim hasta ilişkisinin içerisinde bile rahatça konuşulamamaktadır. Kamusal bilgilendirmelerin de eksik kaldığı bu alan, yeterli bilgiye sahip olunmamasından dolayı damgalanma konusunda büyük bir endişeyi beraberinde getirmektedir.

Tanı aldıktan sonra ne ile yüzleşileceğini bilmiyor olmak, insanların bu durumu öğrenmeleri halinde verecekleri tepkileri kestiremiyor olmak oldukça korku veren bir durum olabilir. Kişinin ilişkileri içerisinde sürekli olarak tanı paylaşması halinde insanlar tarafından yargılanacağını ve bunun sonucunda da yalnız bırakılabileceğini düşünebilir. Buradaki korkunun en temel nedeni belirsizlik duygusudur. Yine, toplumun HIV konusundaki görüşleri ve yetersiz bilgilerinden dolayı toplum tarafından da ötekileştirilmeye dair bir korkunun olması muhtemeldir.

Yalnızlık, çoğunlukla kişinin çevresindekiler tarafından yargılanmaya dair duyduğu korku ile ilişkili olabilmektedir. Kişi bir yakını ile bu durumu paylaşmak ve destek almak isterken aynı zamanda yargılanmaya ve yakınının kendisinden uzaklaşabileceğine dair bir endişe duyar. Kişinin çevresindekiler tarafından getirileceğini düşündüğü bu uzak olma hali hastalığın yeterince bilinmemesi ya da ölüm kavramını hatırlatan bir unsur olması ile ilgili olabilmektedir. Bunun aşılabilmesi için kişinin hastalık hakkında bilgi sahibi olması ve aynı zamanda çevresindekilere yönelik de bilgilendirici olabilmesi gerekir. Kişiler bilgilendikçe ve bilgilendirdikçe bu korkuların nedenleri ortadan kaldırılabilir.

Diğer yandan; tedavi reddi, sosyal geri çekilme, yaşam önceliklerini belirleme gibi davranışsal olarak verilen tepkiler de meydana gelebilir. Sosyal geri çekilme, yani kaçınma davranışlarında birey aldığı tanının duyulabileceğine veya ilaç içerken anlaşılabileceğine dair hissettiği korku ile sosyal ortamlardan kendisini soyutlayabilir. Aynı zamanda kişi ilaçlarını düzenli alamama korkusundan dolayı da günlük aktivitelerinden uzak kalabilir. Bu da süreç içerisinde bireylerin hayat kalitelerinde ciddi bir düşüşe sebep olur. Bir diğer davranışsal tepki hastalığının an-laşılacağı korkusuyla ev, bazen de şehir değiştirebilme arzusu olabilir veya hayatıyla ilgili her-hangi büyük bir değişiklik yapma gayreti olabilir. Ancak bu süreç yönetiminde özellikle büyük kararlar almak yerine düşüncelerin daha tolere edilebilir bir hale gelmesi için profesyonel bir yardım almak ve bu sürecin ardından değişiklik hala arzu edilir halde ise bir değişiklik sürecine girmek kişi için daha faydalı olabilmektedir.

Tanı anında, kişi tarafından tanının inkar edilmesine oldukça sık rastlanmaktadır. Bireyler, test sonuçlarının başka test sonuçlarıyla karışmış olabileceğini düşünebilirler; doktorun yanlış teşhis koymuş olmasına dair bir umut ile farklı doktorlara danışma ihtiyacı hissedebilirler. Ancak bu inkar durumu; kişinin bu süreç içerisinde yaşadığı duygularla daha güçlü bir şekilde başa çıka-bilme duygusu geliştirene kadar sürer. Bu durumun ardından kişi, zamanla inkardan vazgeçerek var olan durumla daha kolay yüzleşmeye başlar. Bununla beraber, kişinin yoğun bir şekilde öfke hissediyor olması muhtemeldir. Kişi anlayamadığı kızgınlık ve öfke duygularıyla baş başadır ve dolayısı ile bunu karşısındakilere de yansıtabilir. Aslında hissettiği bu yoğun öfke birine ya da bir şeye karşı olmayabilir. Bu noktada kişi duygularından bir diğerine bahsettiğinde o ya da onlar tarafından yargılanmadan dinleneceğini bilmesi öfkesinin de zamanla azalmasında önemli bir rol oynamaktadır. Burada var olan bir diğer durum, kişinin durumla yüzleşmemek için bir mucize bekliyor olması veya ömürlerinin uzaması için dua etmeleridir.

Kişinin HIV hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğu bu süreçte önemli olsa da; kişi yaşanan sürece uyum sağlama konusunda güçlükler yaşayabilir. Deneyimlenen durum ve bunun sonrasında gelen şok hali ve bu hal ile başa çıkabilme mekanizmaları kişiden kişiye farklılık gösterir. Dolayısı ile bu kriz sürecinde yaşama dair umutsuzluk, kaygı, öfke gibi duyguları hissediyor olmak bu sürecin bir parçasıdır. İçerisinde bulunulan durumu yoğun bir şekilde anlamlandırmaya çalışmak, bunun nasıl olduğunu öğrenmek istemek ve kişinin neden bunu kendisinin yaşadığına dair oluşan düşün-celeri yaşanan bu süreçte oldukça olağandır. Çünkü bu süreç içerisinde, kişi tanı sonrası fiziksel olarak hastalığın sebep olabileceğini düşündüğü ağrı-acı çekme korkusu, bir daha eskisi gibi sağlıklı olmayacağını düşünmesi, temel işlevlerini kaybedebileceği korkusu gibi düşüncelerlere sahip olabilir.

HIV tanısı sonrası yaşanılan şok sürecinde karşılaşılabilen bir diğer durum intihardır. Yoğun bir gelecek kaygısıyla beraber gelen umutsuzluk hisleri kişiyi etkisi altına alabilir. Buna ek olarak kişinin kontrolünü kaybetmesi sebebiyle önceden var olan psikolojik sorunların kendini daha çok göstermesi mümkün olabilir. Ayrıca bazı kişilerde hastalığın ileri evrede olması yine umutsuzluk duygusu ile birlikte etkili hale gelerek kişinin aklına intihar düşüncesinin gelmesine neden olabilir. İntiharla ilgili planların varlığı durumunda en kısa süre içerisinde bir profesyonelden yardım almak gerekmektedir.

HIV tanısının alındığı süreç içerisinde atılması gereken en önemli adım doğru kişiler tarafından bu süreç hakkında bilgilendirilmek olmalıdır. Çünkü internet üzerinden yapılan araştırmalarda oldukça yanlış, karamsar ve güncel olmayan yorumlara ulaşmak oldukça basittir. Bu da bireyin HIV hakkında yanlış bilgiye sahip olmasına ve daha farklı bir psikoloji süreci deneyimlemeye başlamasına neden olabilir. Özellikle HIV ile ilgili sivil toplum örgütlerine ulaşarak yardım tale-binde bulunmak; kişinin bu süreçte yalnız olmadığını, bu süreçten geçmiş kişilerin varlığını hissediyor olmakla beraber güvende hissettirerek bu şok sürecini daha sağlıklı ve kısa bir şekilde atlatmaya yardımcı olur.

Aslında HIV süreci, kişiye tanı koyulmadan önce başlayan bir süreçtir. Daha önceden kişinin HIV hakkında sahip olduğu düşünceler de tanı sonrasındaki kişinin psikolojik durumunu etkileyen önemli etkenlerdendir. Kişi, yukarıda belirtilen durumlardan bir kısmını deneyimleyebilir ve bun-dan rahatsızlık duyabilir. Bu sürecin kişi için olabilecek en iyi şekilde yönetilmesi ise doğru bilg-iye, sosyal yardıma ve gerektiğinde profesyonel psikolojik desteğe açık olması ile mümkün olacaktır. Doğru bilgilenme ve ihtiyaç duyulduğunda her türlü desteğe açık olmak ile bu süreç olabilecek en iyi şekilde yönetilebilmektedir.

Unutmayalım ki HIV den korkmak demek; yeterince bilgiye sahip olmamak demektir.



Bu belge Pozitif Yaşam Derneği Ankara Destek Merkezi tarafından Toplum Merkezleri ve Yerel İnisiyatifler Projesi (CLIP) kapsamında hazırlanmıştır. Toplum Merkezleri ve Yerel İnisiyatifler Projesi (CLIP), Federal Alman Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı (BMZ) ve Avrupa Birliği’nin Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonları (ECHO) tarafından ortak finanse edilmekte ve Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit (GIZ) GmbH tarafından yürütülmektedir. Bu belgenin içeriği, Avrupa Birliği’nin maddi desteğiyle yürütülen insani yardım faaliyetlerini kapsamaktadır ve görevlendiren kurumların görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.